MİLLİYET – 24 NİSAN 2014 PERŞEMBE  –  ALİCE

Son günlerde kullanılan sözcükler, kurulan cümleler değişse de; özünde Petek Dinçöz’le Can Tanrıyar olan o kadar çok soruyla muhatap oldum ki! “Sen bilirsin, Petek Dinçöz’ün Can Tanrıyar hakkında söyledikleri doğru mu? Hangisi haklı?”
Yandex miyim, nereden bileyim?
Şaka bir yana; olay bu noktaya gelmişse; taraflardan birinin yüzde yüz ‘suçlu’, diğerinin ‘tamamen masum’ olması imkansız.
Yazdıklarımı takip edenler bilir, kişiler arasındaki ‘çok özel’ konulara girmemeye özen gösteren biriyim. Ancak işin içine ‘kadına şiddet’ iddiası girmişse, durum ‘özel’den çıkar ‘kamu meselesi’ haline dönüşür.
Petek Dinçöz’ün Petek Dinçöz olmasında Can Tanrıyar’ın etkisi hepimizin malumu… Bu Tanrıyar’a Dinçöz’e karşı şiddet uygulama hakkını verir mi?
Şayet Tanrıyar, Dinçöz’ün iddia ettiği gibi ona şiddet uygulamışsa yaptığı insanlık ayıbı… Bunu yıllarca sineye çekip, şimdi konuşması da Petek Dinçöz’ün yanlışı… Tanrıyar’dan ayrıldın, üstüne evlilik planları yaptığın başka bir ilişki yaşadın, o da bitti, çıkıp şimdi konuşuyorsun yıllar önce gördüğün şiddetle ilgili. O zaman aklın neredeydi?
Can’dan ilk dayak yediğinde karakola gitseydin, iş bu noktaya gelir miydi?
Bir zamanlar aynı yastığa baş koyan, ‘dünyanın en büyük aşkı’nı yaşayan, birbirlerini koyacak yer bulamayan Dinçöz’le Tanrıyar’ın bu noktaya niye geldiklerini anlayabilmek için ilişkinin nasıl bir zeminde başladığına da iyi bakmak lazım.
Can Tanrıyar, önce Ebru Yaşar, ardından Petek Dinçöz’le birlikte olmaya başladığı dönemde Şafak Tanrıyar’la evliydi.
İki çocuk annesi Şafak, yuvasını kurtaramadığı gibi genç yaşta kanserden öldü.
Kemoterapi gördüğü günlerde Akmerkez’de karşılaşmıştım Şafak Demircioğlu ile… O gün ettiği beddualar dün gibi aklımda.
O yüzden inancım o ki, ah alan insanlar için ‘cehennem’in şubeleri var bu dünyada… Ne demişti     ‘üstad’: “Allah, yarına     bırakır, ama yanına     bırakmaz.”

BU MUDUR SİZİN ÇOCUK SEVGİNİZ?

Mustafa Kemal Atatürk’ün 94 yıl önce (23 Nisan 1920) onlara bayram armağan ederek çocuklara nasıl kıymet verdiğini gösteren ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın yıldönümüydü dün…
Hafta içi her sabah haber ağırlıklı program yapanlara dikkat ettim, hepsi de 23 Nisan’ın dünyada çocuklara adanan tek bayram olduğuna dikkat çekti. Ama hiçbiri, bir günlüğüne dahi olsa koltuğunu çocuklara bırakamadı.
Sadece Beyaz TV’de Erkan Tan, birkaç dakikalığına da olsa koltuğuna bir kızı oturttu.
Tan’ın, “Korkuyorum beni atıp, seni alacaklar yerime” diye takıldığı kızın yanıtı şu oldu: “Sunuculuk için önümde 15 senem daha var. O zamana kadar sen de emekli olursun. Doğal bir devir teslim olur.”
Bir günlüğüne bile olsa çocuklara koltuklarını devretmeye cesaret edemeyen ya da bunu düşünemeyenler; unutmayın ki ‘Tan Vakti’ndeki kız çocuğunun dediği şey,
er veya geç gerçekleşecek. Korkunun ecele
faydası yok!

ULA ZEKİ, İSTANBUL NE Kİ!

Dün radyoda bir türkü dinledim… İlk görüşte aşk gibi, ilk dinleyişte bayıldım bu türküye… Çünkü sözleri günümüz gerçeklerinden birinin özeti, melodisi şahane… İlk dinleyişte türkünün nakaratı pelesenk oldu dilime.
Bakar mısınız Kıyas Doğukan’ın söylediği türküdeki sözlerin sahiciliğine, ironisine, sıla-gurbet ilişkisinin anlatım şekline?
“Ula Zeki, İstanbul ne ki! Erzurum yayla yayla…
Ula Zeki İstanbul ne ki! Kalk gidelim Erzurum’a…
Burada işin ne? Çektiğin çile, Erzurum yayla yayla…
İstanbul’un taşı toprağı altın dediler Zeki’ye.
Satıp yaylayı, tarlayı niye geldin bu şehre?
Burda işin ne? Çektiğin çile, Erzurum yayla
yayla…”
Bu minvalde devam eden türküyü yazıp besteleyenin Erzurumlular’ın “Ula Zeci, İstanbul neci” söyleminden mi yoksa
Erzurum’un meşhur çağ kebabı için yazılan
şiirden mi esinlendiğini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, ortaya çıkan iş eğlenceli…
“Ula Zeki, İstanbul ne ki!”yi yazıp, besteleyenin eline, yüreğine sağlık.

GÜNÜN SÖZÜ
“Dünyanın en güzel şeylerinden biri de tembellik. Ve işin en güzel yanı, bunu hiçbir şey yapmadan yapabiliyor olmak.”