MİLLİYET – 28 TEMMUZ 2014 PAZARTESİ  –  ALİCE

Telefonlarımın polis tarafından “usulsüz” dinlenilmesine ilişkin “müşteki” sıfatıyla ifade verdikten sonra tek satır yazı yazmadım bu konuda.
Çünkü ifademe başvuran İstanbul Organize’ydi, ama benim iki telefon hattımı da dinleyenlerİstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’ydi.
Müfettişlerin usulsüz dinlendiğimi saptadıklarında beni ifadeye çağıran polislerin tek isteği vardı; o da şu:
“Soruşturmanın selameti açısından lütfen bu konuda bir şey yazmayın.”
O soruşturmanın ilk aşaması noktalandı. Usulsüz dinlemeleri yaptıkları iddia edilen emniyet müdürleri ve polisler gözaltına alındı.
Bunlardan bir kısmı serbest bırakıldı, bir kısmı tutuklandı.
“Usulsüz dinleme”nin mağdurlarından biriyim.
Buna rağmen, iki tarafın da bu operasyonu şova dönüştürmesinden rahatsızlık duyduğumu altını çizerek belirtmek isterim.

Ergenekon’danmışım!

Gelelim polisin beni niye dinlediğine:
İstanbul İstihbarat Şube meğer “Ergenekon Terör Örgütü mensubu” olarak dinlemiş iki telefon hattımı.
Daha önce de yazdım, illegal hiçbir işim olmadığı için rahatım.
O yüzdendir ki,  polis iki telefonumu aylarca dinlemesine rağmen  “Hiçbir suç unsuru”na rastlayamadı.
Dosyamda, “Suç unsuruna rastlanamadığı için kayıtların imha edildiği”ne dair tutanak da var, ama inanmıyorum buna.
Polisin, “Ergenekon Terör Örgütü”nden gözaltına alıp, mahkeme karşısına çıkardığı hiçbir insanla işim, ilişkim, telefonla ya da yüz yüze görüşmem yok.
Peki buna rağmen İstanbul İstihbarat Şube beni üyesi olmadığım bir örgüte niye soktu?
İfademi alanlar dedi ki, “Sizin ille de bir örgüte üye olmanız gerekmez. Ancak polisin dinleme kararı çıkartabilmesi için mutlaka bir örgüte dahil etmesi gerekir sizi”.
Dinlemeyi yapanlar “Paralelciler”miş!
“Paralel”den “Çapraz”dan anlamam ben…
İki telefon hattımı usulsüz dinleyenlerin nereyle gönül bağları olduğu ikincil bir sorun. Çünkü onlar o tarihte devletin memuruydu.
“17 Aralık operasyonu” olmasaydı demek ki bu insanlar bizi usulsüz olarak dinledikleriyle kalacaktı.

Hâkimler de suç ortağı

“Kanunları korumakla görevli insanlar” kanun dışına çıkıyorsa, onlar hakkında anında gerekeni yapmak devletin görevi.
O yüzden “Paralelciler”i değil, devleti tanırım ben…
Varsayalım ki emniyetteki bazı polisler aralarında örgütlenip, yasa dışına çıkıp, mahkemeden dinleme talep ediyor.
Bu ülkenin yargıçları nasıl oluyor da, “Siz bu kişiyi Ergenekon Terör Örgütü mensubu diye dinlemek istiyorsunuz, ama nerede bunun o örgüte mensup olduğuna dair belgeniz, bilginiz” diye sormuyor?
İnsanların güya Anayasa ile güvence altındaki haklarını çiğneyen polislerden hesap soran devlet, o usülsüz dinlemelerin altına imza atan yargıçlardan da hesap sorması gerekmez mi?

Evraklarda isimleri yok

Ortadaki bir “suç” varsa ki var, bunu Emniyet tek başına işlemedi.
“Usulsüz dinlemeler”e imza atan yargıçlar da bu suçun ortağı.
Konuya dair son notum da şu:
İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’nin mahkemeye gönderdiği yazıların altında “Şube Müdürü”, “Emniyet Amiri” gibi sıfatlar vardı, ama hiçbirinin altında isim yoktu. Hepsinin altında çeşitli rakamlar vardı, ama bunların hiçbiri imzaya atanların sicil numarası değil. Onlar bile sahte.
Hakimlerin, buna rağmen her türlü sahteciliğin yapıldığı, hiçbir yasal gerekçeye dayanmayan Emniyet yazılarını mahkeme kararına dönüştürmeleri, “Görevi ihmal” değil mi?
Kendi adıma o yargıçlardan da davacıyım.
“Paralelci” ya da “bilmem neci” oldukları için değil, bilerek ya da bilmeyerek görevlerini savsaklayıp, suçsuz insanların özel hayatlarının didik didik edilmesine sebep oldukları için.
Devlet bunun  hesabını sormayacaksa, Allah’a havale edeceğim hepsini.
Çünkü inancım o ki Allah, aldıkları bu ahları yarına bırakır, ama yanlarına bırakmaz !
İyi bayramlar.

GÜNÜN SÖZÜ
“İnsanın beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür durur.” (İbn-i Haldun)